5 Mart 2015 Perşembe


Şubat başında bir haftalığına Helsinki’deydik, ancak zamanımızın çoğunu kağıt işleriyle geçirdiğimizden ve hava da biraz soğuk olduğundan Helsinki’nin altını üstüne getirme imkanımız olmadı.

Cenevre’den Helsinki’ye direkt uçmak için tek şansınız Finnair ve yolculuk 3 saat sürüyor. Fiyatları oldukça tuzlu ve ne yazık ki bu pahalılığa rağmen çay kahve ikramı dışında bir ikramları yok. Para verip alacağınız yemekler de çok küçük gözüktü gözümüze. O yüzden en iyisi Türk usulü evde köfte ekmek yapıp onunla uçağa binmek.

Helsinki havalimanı gerçekten çok sakin ve huzur verici bir yer. Bagaj alım sahasındaki yapma çiçekler bile insanı gece yarısı, yarım saati rötarla geçen 3,5 saatlik yolculuk sonrası mutlu edebiliyor.


Ayrıca dönüşte fark ettiğimiz kadarıyla havalimanında özellikle uzun yolculuklara çıkacaklar için hoş olanaklar sağlanmış...

Örneğin ilerdeki yumurta gibi şeylerin içinde uyuyabiliyorsunuz. ve sanırım ücretsiz.
Uçağa kadar yarışta kapışmak isteyenler?
Her taraf priz kaynıyordu. Doya doya kullanabilirsiniz :p Ayrıca sanırım wı-fı için telefon numarası vs. girmek zorunda kalmadığım tek havalimanı burası oldu. Çabucak kolayca bağlandık.
Helsinki havalimanından merkeze gitmek Finnair otobüsleriyle yaklaşık olarak 35-40 dakika, halk otobüsüyle 45-50 dakika sürüyor. Ne yazık ki Finnair otobüsüne binerken Finnair biletinizin olması herhangi bir şey ifade etmiyor, herhalükarda 6.2 euro ödüyorsunuz. Halk otobüsü ise 5 euro alıyor. Biz havalimanından çıktığımızda Finnair kalkmak üzereydi ve saatte gece 12’yi geçtiğinden direkt binip otelimize gitmek istedik.

Güncelleme: 2015 Yaz itibariyle Helsinki havalimanından merkeze trenle de gidebiliyorsunuz. Trene ulaşmak için tek yapmanız gereken okları takip etmek. Sonrasında makinalardan veya trenlerdeki görevlilerden biletinizi alabilirsiniz. Ancak bildiğim kadarıyla trendeki görevlilerden alınca daha pahalı oluyor. İki bölge fiyatı ödeceğiniz için yaklaşık olarak 5€ vereceksiniz tek kişi/tek yön bilete. Havalimanından merkeze gitmek trenle 30-35 dk sürmekte. İki tren hattı var, ikisi de merkez garlara kadar gidiyor o yüzden hangisine bindiğiniz önemli değil.

İlk gecemizi merkezdeki Forenom Pop-up otelde geçirdik. Burası da tıpkı Oslo’daki oteller gibi self check-in uygulayan bir otel. Etrafta herhangi bir görevli yok. Otele gireceğiniz gün saat 16’ya doğru mailinize ve cep telefonunuza giriş kodunuz geliyor, bu kod sayesinde otele ve odanıza girebiliyorsunuz. Yastıklar çok rahat gelmese de pek fena bir oda değildi. İçeride mikrodalga fırın, tost makinası, su ısıtıcısı, mini buzdolabı, çatal bıçak vs. mevcut. 



Bunun bir nevi taharet musluğu olduğunu düşünüyorum
Tüm bu açıklamalardan sonra gelelim Helsinki’de yapılabileceklere.

Genel olarak havalimanına ve yakındaki Suomenlinna adasına gitmek dışında Helsinki’yi toplu taşımayı kullanmadan da rahatlıkla gezebilirsiniz. Zaten toplu taşımayı kullansanız da büyük ihtimalle nereden nereye gittiğinizi anlamayacak, nerede inmeniz gerektiğini ise asla bilemeyeceksiniz! Bunun iki sebebi var. Birincisi otobüs olsun, tramvay olsun hiçbirinde ne bir harita, ne durak isimleri hiçbir şey gösteren bir tabela olmaması. Tek yapabileceğiniz şey bir yerden bir yere gitmeden önce HSL’nin (Helsinki toplu taşıma) sitesine girerek yol üzerindeki durak isimlerini not etmek ve sonra da cama yapışıp geçtiğiniz her durağın üzerindeki isimleri okumaya çalışmak. Neyse ki Helsinki’deki herkes iyi derece de İngilizce konuşuyor da, hiç olmadı birine sorabilirsiniz nerede inmeniz gerektiğini.

İkinci sebebe gelince, Helsinki’deki her şey çift dilli! Ta ta! İşte bu tam bir karmaşa, çünkü ne Finceniz ne de İsveççeniz yoksa tabelaların iki dilli yazması hepten aklınızı karıştırabilir. Üstelik iki dil de aynı statüde, o yüzden aynı büyüklükte yazılıyorlar. Her sokak ismi, her durak ismi, her şey iki dilde farklı adlandırılıyor. Gerçi süpermarketten alışveriş yaptıktan sonra “iyi ki İsveççe’de yazmışlar, iki kelime Almancam sağ olsun bir şeyler çıkarttım” diyor insan. Yani İsveççe ve Norveççe gibi diller bana Almanca’ya çok benziyor gibi geldi, o yüzden ola ki Almancanız varsa geçinip gidersiniz diye düşünüyorum. Benim Almancam yok, ama şurdan burdan öğrendiğim bir iki Almanca kelime ve hayal gücüm var! Böylece İsveççeyi bir şeylere benzetebildim, ancak Fince hakikaten farklı bir dil. Her ne kadar dilbilgisi olarak Türkçe ile aynı sınıfta olsa da hiçbir ortak kelimeye sahip olmayınca insanın işi çok zor oluyor. Öğrenmeyi deneyeceğiz ama bakalım kısmet :)

Bu bilgilerden sonra ben tekrar ulaşım konusuna döneyim. Ola ki tramvaya, otobüse binmek isterseniz önceden makinalardan alınan bir saatlik bilet 2€, yok eğer makina bulamazsanız da şoförden almak zorunda kalırsanız bir saatlik bilet 2,5 € (tramvayın sürücüsünden de satın alabiliyorsunuz problem yok). Onun dışında sanıyorum günlük bilet 7,5€ ama eğer önceden aldığınız bir kartınız varsa (mesela bir gün önce günlük kullandığınız kart), o zaman ertesi gün sadece 5,96€ ödüyorsunuz. Ama ben aklınızı karıştırmayayım, günlük kart kullanmadığım için bilemiyorum. Bu arada bu tarz günlük kartlar kiosklarda da satılıyor.

Gelelim gezilecek yerlere. Helsinki mimari olarak Ruslardan bayağı etkilenmiş. Özellikle kiliselerde Ortodoks etkisi olduğu açıkça görülüyor. Zaten uzun süre Rus egemenliğinde kalmış bu topraklar. Şehirde de Saint-Petersburg’dan esintiler yapmaya çalışmışlar diye duydum, ancak fotoğraflarından bildiğim kadarıyla pek St.Petersburg’a benzetemedim ben. Zaten St.-Petersburg’da Helskin’ye trenle 3 saat mesafede. Eğer vaktiniz varsa orayı da gidip görün derim (ama Rusya’ya vize işlerini bilemiyorum kontrol etmek lazım). 

Helsinki’ye gelip de ziyaret etmeden dönmemeniz gereken iki katedral ve bir kilise var. İlki  Temppeliaukion kirkko merkezden biraz uzakta, ama yine de yürüyerek ulaşabileceğiniz bir mesafede. Kayadaki kilise olarak da adlandırılıyor sanırım. Zaten yere gömülü gibi bir şey. 

Kaynak
Lutheran Katedrali (Tuomiokirkko) şehrin simgesi sayılır. Nereye giderseniz gidin önünden geçmemeniz pek olası değil. İçinde görecek pek bir şey yok, duvarlar bembeyaz ve oturacak yerler kutu gibi kapalı, ama yine de gitmişken girin derim. Hem tepeden meydana da bakmış olursunuz.







İkinci Katedral Uspenski Katedrali (Uspenskin katedraali) diğer katedralin biraz ilerisinde kalıyor. Çok daha otantik geldi bana. Ufak bir tepeciğin üzerinde ama ulaşımı rahat. İçerisi çok daha şatafatlı, biraz Ayasofya’ya benzettim ben, ama çok daha küçük tabii. Bu arada iki katedralin de kapısı biraz zor açılıyor. Kapalıymış diye içine girmeden geri dönmeyin, büyük ihtimalle açıktır.





Helsinki’de pek çok müze var, ama çoğu benim ilgimi çekmedi. Finlandiya’lilar doğal olarak ressamlarına, sanatçılarına çok düşkünler. Eğer birkaç tanesinin ismini bildiğinizi gösterirseniz eminim çok sevineceklerdir. Ancak çoğu büyük ihtimalle hayatınızda duymadığınız isimler. 

Bizim gezdiğimiz tek müze, girişi de ücretsiz olan Helsinki şehir müzesiydi. İki katlı bir müze, ancak içeride görecek pek bir şey yok. Yine de soğuk günlerde ısınmak için ideal olabilir, hem görmedik demezsiniz :p

Müzede en ilginç bulduğum şey şu video idi :p


Olur da merkezden biraz açılmak isterseniz Sibelius Anıtını görmek üzere şehrin kuzey batı kısmına yürüyebilirsiniz. Tabii bir şeylere de binebilirsiniz, çünkü merkezden yürüme yarım saat sürüyor. Anıt çok muhteşem bir şey değil, biraz bizim Akdeniz heykelini andırıyor, ancak anıtın bulunduğu park hemen deniz kenarında. Çok sakin bir yer ama benim pek hoşuma gitti. Hele ki de donmuş denizi manzaralamak pek keyifliydi.

"Bunlar da ne ola ki?" diye sorabilirsiniz, haklısınız, burası denizin donmuş kısmı ve gördüğünüz uzantılar da marina :)
Bu küçük kafe de aslında denize bakıyor
Deniz manzaralı (yoksa buz mu demeli :p) bir bank
Ve işte Sibelius Anıtı

Bu arada Jean Sibelius’un çok meşhur Finlandiyalı bir besteci olduğunu söylemeden geçmeyeyim. Anıtı zaten var her tarafta afişlerini de göreceksiniz, kim bu diye sormayın. 

Anıt değince aklıma geldi. Bir de Olimpiyat kulesi var. 72 metre yüksekliğindeymiş. Tepesine çıkmak 5€’ymuş, güzel bir manzara sunuyormuş diye okudum, ama önünden geçerken bana pek de manzara görebilirmişsiniz gibi gelmedi. Bir kere şehir merkezine uzakta. Şehrin ortasında, evlerin çatısı ve yakındaki Töölö Gölü (gölün ismi konusunda yanılıyor olabilirim :p) dışında bir şey görülüyor mu bilmiyorum. Bu da fotoğrafı internetten buldum.
Fotoğrafta daha yüksek gözükmüş, bence yakından daha alçak (Kaynak)
Bunlara ek olarak merkezde kurulan biri açık, biri kapalı olmaz üzere iki pazar alanı var. Açık olanda hediyelik eşyalar da bulmak mümkün ama çok ekonomik değiller. Pek fazla seçenek de yoktu, ama belki biz gittiğimizde hava biraz soğuk olduğundan herkes açmamıştı. Açık pazarda 3,5€’ya sosis ve waffle satan bir adam var, kapalı pazar alanında daha otantik şeyler bulabilirsiniz yemek için. 

Kapalı pazar
Kapalı pazar
Yemek deyince aklıma geldi. Peki nerede ne yedik? Açıkçası üniversiteyle bağlantılı olarak Helsinki’ye geldiğimizden ya lojmanda pişirdik ya da yemekhaneden yedik, ama bir iki gece dışarı da çıkmadık değil. Ancak söylemeden geçmeyeyim Helsinki pek de ucuz bir şehir değil. En azından yemek açısından. Belki porsiyon olarak makul büyüklükte yemekler getiriyorlar, ama yine de pahalı. Gerçi pek çok dönerci var etrafta biz denemedik ama pek popülerler, indirim de yapıyorlardır belki :p

Girdiğimiz üç restaurant oldu. Biri Çin lokantasıydı, açıkçası bir Çin lokantası için tuzluydu. Biri Sibelius heykeline yakın bir yerlerdeki Töölön Sävel adlı pubdı. Diğeri de bir Viking lokantasıydı. Aralarında en ilginç olanı bu lokantaydı elbette. Alında Norveç’lilerin Vikinglerle daha fazla alakası var, bildiğim kadarıyla Finlandiya kültüründe Vikingler yok, ama ben Finlerin tiplerini de Vikinglere daha yakın buldum. Bir kere Norveçlilere göre çok daha sarışın ve uzun boylular. 

İçeride ayrıca kocaman viking gemisi şeklinde, içinde masalar olan bir alan vardı, ancak çok fazla kişi yemek yediği için çekemedim. Dilerseniz yemek boyunca takabileceğiniz viking başlıkları da mevcut :)

Bu lokantalara ek olarak bulduğunuz yere yakın diğer restoranlar için şu internet sitesine (http://eat.fi/en/helsinki ) göz atabilirsiniz. Sitede İngilizce seçeneği var. Yorumlar Fince ama olsun :)

Finlandiya’ya gitmişken ren geyiği yemeyi unutmayın, ayrıca ayı eti de var bazı yerlerde. Bir de Norveç’e geçmeyecekseniz somon da neredeyse geleneksel yemek sayılıyor, onu da tadın.

Helskinki’nin merkezinde yapabilecekleriniz genel olarak bunlar. Ayrıntılı bilgileri gelecek yıla vermeye başlarım diye umuyorum :D

Son olarak, eğer deniz donmamışsa Helsinki çevresinde yapabileceğiniz en güzel aktivitelerden biri Suomenlinna adasına gitmek. 

Kıyıdan bineceğimiz vapura bakış
Adaya doğru ilerlerken pek çok başka küçük adacık göreceksiniz. Sanıyorum özel mülk hepsi, çünkü üzerlerinde küçük evler vardı.
Sağ da ve solda gördüğünüz büyük gemiler genellikle Estonya'nın başkenti Tallinn'e doğru yolcu taşıyor. Bilet fiyatları nasıl bilmiyorum ama yolculuk yaklaşık 1,5 - 2 saat sürüyormuş. Günübirlik gidip dönebilirsiniz yani :) 


Adaya kuş bakışı bakış.
Bu da adaya deniz donmuşken kuş bakışı bakış ehehe... Sanırım vakti zamanında tahtalar koyup bir kıyıdan diğerine yürüyerek geçenler de olmuş
Adadan ayrılmadan önce vapurumuza doğru giderken
Yalnız dikkat edin, eğer kışın gidiyorsanız yerler oldukça kaygan. Merkezden her yarım saat - bir saatte bir küçük feribotlar kalkıyor (yazın başka botlar da çalışıyormuş), sanırım 6 saatlik gidiş dönüş bileti 5 euro. 15-20 dakikada adaya varıyorsunuz. Suomenlinna adası UNESCO mirasında bulunan tek askeri alanmış. Sanıyorum 1970lere kadar garnizon olarak kullanılıyor. Tarih boyunca da İsveç ve Rusya arasında bayağı el değiştirmiş. Adadan savaş ve asker geçtiği belli, ama yine de hoş binalar da var. 


Elbette adada güzel evler de var.


Buz kütleleriyle dolmuş bir koycuk.... Duvarlarda yürürken düşmemeye dikkat edin
Hemen her kapının önünde bunlardan vardı ayakkabılar için, zaten Finlandiya geleneklerine göre eve girerken ayakkabıları da çıkartmak gerekiyor. Türkler için alışması zor değil :)




Ada da dilerseniz gezebileceğiniz birkaç müze ve bir kilise var. Biz gittiğimizde düğün vardı kilisede o yüzden girmeyi denemedik. Olur da bu ada da düğün yapmak isterseniz (sanırım Helsinki’deki en popüler düğün mekanlarından) askerler sizin için silahla atış yapıyor, askeri bando müzik çalıyor vs...

Bütün yolu bu balonlu, fötr şapkalı arkadaşlarla geldik hehe


Helsinki’den aktaracaklarım şimdilik bunlar. Şubat ayı bizim için çok karamsar geçmedi Helsinki’de. Hatta beklediğimizden fazla aydınlık vardı. Sanıyorum gündüz 8 saat sürüyordu. Kışın bile gitseniz güneş gözlüklerinizi unutmayın (hatta özellikle kışın götürün, neredeyse tüm gün ufukta oluyor o kör edici güneş)! Ah ve tabii ki gitmişken saunaya girmeyi unutmayın ;) Saunaya anadan doğma girmek adetten, kadın erkek ayrı giriyor. Sonrasında soğuk sulara girmek de bir başka adet, ama siz girerken dikkatli olun, mesela başınızı sokmayın :)

Son olarak birkaç karma foto koyayım ve size iyi eğlenceler dileyeyim :)

Sanıyorum ki tüm kuzey ülkelerinde olduğu gibi kışın Helsinki yolları da bu küçük taş parçalarıyla kaplanıyor. Yollarda kaymamak için ideal.
Meclis binası
Postahane ve gar binaları:


Sosyalizm etkileri...


Merkezdeki üniversite binalarından biri.
Belediye binası
Bu kaplumbağaların ne anlama geldiklerinizi henüz çözemedim :D
Buzda kaymamak için çaba sarf eden ördekçikler
Denizin donması sonucu limanda mahsur kalmış bir gemi
Her şehirde olduğu gibi burada da aşıklar buldukları bu tek ve küçük köprüyü kilitlere boğmuşlar.
Fotoğrafta tam anlaşılmamış ama bana trafik ışıkları biraz yüksekteymiş gibi geldi. Sürekli yukarı doğru bakmaktan boynum ağrıdı
Merkezdeki eski Nokia, yeni Microsoft mağazası. Böylece tarihe gördüğüm ilk Microsoft mağazası olarak geçecek. 
Bi' penguenler eksikti :p
Neden etrafta hiç güvercin olmadığını anladım sanırım. Hepsi açlıktan ölmüş olmalı...
Bu tuşlarla üniversite dışında henüz karşılaşmadım. Ancak devlet bürolarında da varmış. Bir büroya girmeden önce kapıdaki zili çalıyorsunuz, içerideki kişi de müsaitlik durumuna göre size ışıklı yazılarla geri dönüş veriyor. Örneğin kırmızı yanarsa müsait değil, yeşil yanarsa müsait, kavuniçi yanarsa da sanıyorum ki bekleyiniz demek.
Yolda yürürken şişelerle müzik gösterisi sunan bir adama rastladık. Ben çekiyorum sanıp kamera tuşunu kapatmasaymışım sizinle videosunu da paylaşacaktım. Bir sonraki sefere artık
Ben de İtalyan salatasını Türkler keşfetti diye düşünmeye başlamıştım (çünkü İtalyanların böyle bir salatadan haberi yok). Bizdekine göre tek fark içinde patates yerine spagetti olmasıydı. Yoksa Rus salatasının jambonlu hali işte :p

0 yorum:

Yorum Gönder