28 Nisan 2016 Perşembe



Cape Town hakkında yazmaya devam ediyorum. Bu yazımda Hop-On Hop-Off turist otobüsüyle gezmeye gitmediğimiz, ancak yine şehir merkezinde kalan müzelerden bahsedeceğim.

başlıklı yazılarıma ise linklere tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Gelelim Cape Town’daki etkinliklere…
Cape Town’a gelmişken kesinlikle gezmeniz beklenen ve elbette sizin de gezmeyi isteyeceğiniz en bilindik nokta sanıyorum Robben Island olacaktır.

Robben Island'a giden feribotlar Waterfront'daki saat kulesinin hemen arkasından kalkıyor. Zaten müzenin ismini göreceksiniz.


 Roben Island, Mandela’nın yıllarını geçirdiği hapishanenin bulunduğu ada oluyor. Adaya ancak Waterfront’dan kalkan turlarla ulaşabiliyorsunuz, kendiniz gidemiyorsunuz. Adaya vardıktan sonra gez işini de kendiniz yapamıyorsunuz, turun getirdiği noktalara gidiyorsunuz.

Adaya gitmek, dönmek ve gezmek yaklaşık olarak 3 saat sürüyor. Ücreti de yanlış hatırlamıyorsam 300Zar idi.

Adaya giderken veya adadan dönerken pek çok güzel fotoğraf çekebilirsiniz

Feribottan adaya yaklaşırken
Adanın girişinde bizi karabataklar karşılıyor
Buraya kadar her şey normal… Normal olmayan ise adada neredeyse görecek hiçbir şeyin olmaması. Ben ne bileyim, bir Philadelphia’dakiEastern State Penitentiary gibi olmasa da ilginç, belki biraz yıkık dökük bir hapishane binasıyla karşılaşmayı bekliyordum. Hayallerinizi söndürmüş olmayayım ancak olaylar, hızlı hızlı ve aynen şöyle gelişiyor:
  • İki küçük feribotla gelinen adaya iniyorsunuz,
Thandi...
Ve Jester feribotları ile adaya ulaştık
  • Gruplar halinde otobüslere dağılıyorsunuz, her otobüste bir tane şaka yapmaya meraklı turist rehberi oluyor,
"Welcome to Robben Island"...
Yolunu kaybettiğini düşündüğüm bir penguen
  • Öncelikle ihtiyaç ve manzara molası için bir noktada 10 dakika duruyorsunuz. Neyse ki burası Cape Town’u fotoğraflamak için güzel bir nokta,




  • Sonrasında otobüsten inmeden önce Mandela’nın da çalıştığı ve toprağın yaptığı yansımalar yüzünden neredeyse gözlerini kaybettiği madene otobüsün içinden bakıp fotoğraflıyorsunuz,




  • Ve de çeşitli zamanlarda adanın askeri amaçlı olarak da kullanıldığı gösteren şu tankı, yine otobüsten inmeden, izliyorsunuz.



  • Ardından 5dakikalık bir başka noktada otobüsten iniyor ve yine grup halinde hapishanenin içine yürüyorsunuz, en fazla 2 dakikalık bir “mahkûmların kullandığı tuvaletler ve duşlar” konulu gezi yaptıktan sonra hep birlikte, vakt-i zamanında 50-60 mahkumun kaldığı bir hücreye doluşuyorsunuz,




  • Burada size, kendisi de eski makumlardan olan biri gelip uzun uzun uzun uzuuuunnn başından geçenleri, adanın ve hapishanenin tarihçesini anlatıyor. Sanıyorum bu anlatma kısmı en az 30 en fazla 45 dakika sürdü. Konuşmanın sonunda herkes uyuyordu ne yazık ki, çünkü bu kadar ayrıntı içeren ve ana diliniz olmayan bir konuşmaya dikkatinizi yoğunlaştırmanız oldukça zor.


Konuşmayı dinlemek üzere yerlerimizi alırken
Neyse sonunda konuşmada bitince “yaşasın, Madela’nın koğuşunu göreceğiz” diyorsunuz. Sizi alıp önce bir bahçeye çıkartıyorlar, burada da yine rüzgârlı havanın altında 15dakikalık bir bilgilendirme konuşması yapılıyor. Ardından da sıra halinde Mandela’nın koğuşunun da olduğu koridordan geçip, bu sefer otobüsler olmadan limana geri dönüyor ve hızla feribotlarınıza dağılıyorsunuz.


Mandela'nın kaldığı hücre
Hücrenin bulunduğu korior
Dönüşte yine feribotlara dağılırken hava bozmaya başlamıştı
Biz ne yazık ki çok yoğun talep olduğu için öğleden sonraki geziye kalmıştık. Giderken hava güzel olmasına rağmen dönüşte oldukça bozdu. Hatta öyle böyle değil, abartıyorum gibi gelecek belki ama katamaran alabora olacak ve ölecekmişiz gibi hissetmeye başlamıştım. Geminin alabora olması, çevrede gözükmeyen can simitleri ve soğuk suyun yanı sıra, Cape Town kıyılarında yaşayan çok sevgili köpekbalıkçıklarının bizi yememesi için bir neden yoktu denize düştükten sonra. (İnternetten baktım video koyan olmuş mu diye ama bulamadım. Gerçekten hayatımda yaşadığım en kötü feribot yolculuğuydu sanırım...)

Tekneden sağa salim indikten sonra keşke video çekseydim dedim ancak insan ölüm kalım mücadelesi verirken aklına gelmiyor sanırım böyle şeyler, en azından benim gelmedi. Sonuç olarak siz siz olun, Robben Island’a gitmek istiyorsanız hem güzel bir gün seçin, hem de sabahtan olsun ki rüzgâra yakalanmayın. Ayrıca gördüğünüz üzere gitmezseniz de çok bir şey kaybetmiyorsunuz bence. :P

Kıyıya döndüğümüzde bizi sevimli foklar karşıladı. Uykularında yüzmekle meşgullerdi galiba, aşağıdaki videoda görebilirsiniz :)



Rüya gören foklar 


Cape Town’da gidebileceğiniz pek çok müze var. Bizim hepsini gezecek vaktimiz olmadığı için seçici davranmak zorunda kaldık. Sanıyorum Sarı hatlı turist otobüsü bu müzelerin çoğundan geçiyor, ancak biz taksiyle (Uber’le) ulaşımı sağladık. Yakın mesafeler olduğu için çok tutmadı.

Bu müzelerden ilk District Six Museum idi. Bu müze, yıkıldığı için günümüzde yerinde yeller esen 6. bölgeye adanmış. Ülkede ve özellikle de Cape Town’da gerçekleşen ırkçı hareketleri ve süreci öğrenmek için yararlı bir müze. Fazla büyük de değil. Tüm yazıları okusanız bile yarım saatte çıkabileceğiniz bir yer. Zaten yazıları okumazsanız pek bir önemi yok müzeye gitmenin.

h








District Six’den sonraki durağımız Iziko South African Museum & Planetarium idi. Burasının özellikle çocuklu aileler için oldukça eğlenceli olacağını düşüyorum. Fazlasıyla büyük bir müze olmasına rağmen birkaç okul grubu ve bizim dışımızda müzeyi gezen yoktu. Vaktiniz varsa ve hayvanlara ve kültürlere ilginiz varsa gidin derim.

Iziko South African Museum & Planetarium'da duvar resimlerinden dinazor kemiklerine kadar her şey var.





Aynı gün içerisinde bu iki müzeyi bitirip Two Ocean Aquarium’a geçtik. Aslında burayı gezme planımız yoktu ancak hem günümüz boş kaldığından, hem de pek çok kişi övdüğünden gitmeye karar verdik. Genel olarak burası da çocuklu aileler için ideal bir mekân. Ancak fazla bir şey beklemeyin. Portekiz’de gördüğüm Ocenariumçok daha etkileyici gelmişti bana. Burası hem daha küçüktü, hem de görecek fazla tür yoktu bence. Tek güzel tarafı çeşitli yosunlara ve mercangillerden canlılara dokunabilme olanağı ve doğru gün ve saatte giderseniz caretta caretta, vatoz ve köpekbalığı gibi müzede tedavi altında bulunan hayvanların dalgıçlarca nasıl beslendiğini görebilmeniz.

Two Ocean Aquarium'da çeşit çeşit balık var






Köpekbalıklarının beslenme saati farklı bir günmüş
Anfi gibibir alandan izliyorsunuz yemek seansını
Dalmaya başlamadan önce yukarıda beklemekte olan dalgıçlarla haberleşiliyor.
Vatozcuk beslenirken

Caretta caretta'ya şu siyah beyaz tabela varken yemek vakti geldiğini öğretmişler. Tabela çıkar çıkmaz dalgıçlara yaklaşıyor yemek için
Bu koca kaplumbağayı beslerken dikkat etmek gerekiyormuş, yoksa elinizi de yiyebilirmiş. Nitekim dalgıçlardan birinin bir keresinde 3 ya da 4 parmağını kırmış



Dilerseniz su altında yaşayan canlılardan bir kısmına dokunma şansı elde edebilirsiniz.
Bu Afrika Penguen'leri, Simon's Town yakınında yaşayan akrabalarına nazaran kapalı yerde kaldıkları için olsa gerek, oldukça üzgün gözüküyorlardı :(
Bu penguencik ceza almış


İşte, daha önce fotoğrafını paylaştığım ağacımsı, sarmaşığımsı yosunlar burada daha net gözüküyor.
Akvaryumu da gezdikten sonra artık müzelerin kapanma saati geldiğinden, ancak havanın kararmasına daha vakit olduğundan Bo-Kaap’a gitmeye karar verdik. Bo-Kaap aslında mahallenin ismi. Burası oldukça renkli evlere sahip bir Müslüman mahallesi. Açıkçası beklediğimden çok daha sakin bir yerdi. Kesinlikle gidip görün derim. Dilerseniz yine bu Hop-On / Hop Off otobüsleri düzenleyen ajansın gün içerisinde ücretsiz fotoğraf gezileri de oluyormuş, grup halinde gitmek daha iyi olabilir.




Camisi bile renkli :)



Tüm bu müzeleri gezip yorulduktan sonra da akşamleyin, değişiklik olması açısından yemek yemeğe Mama Africa adlı lokantaya gittik. Burası canlı müzik dinleyip yemek yiyebileceğiniz bir bar-lokanta. Önceden rezervasyon yapmanız tavsiye ediliyor. Biz rezervasyonsuz gittik ve köşede, fena olmayan bir masa verdiler bize. Ancak şansa denk düşmüş olabiliriz, pek çok grup halinde gelen kişi vardı, bayağı dolu bir yer anlayacağınız.






Cape Town’da zevkli bir gezi yapabileceğiniz diğer bir nokta ise Green Point. Aslında otobüsle de geçmiştik, ancak yürümek de oldukça güzel bir parkuru var. Kıyıya vuran dalgaları fotoğraflamak oldukça zevkli. Yine de yürümek dışında yapabileceğiniz fazla bir şey yok. Sanıyorum tüm sahil şeridini yürüyerek Waterfront’a ulaşabilirsiniz. Biz denemedik, ama mümkün gibi. Yalnız insan kalabalığı Waterfront’a yaklaşırken azalıyor gibi, yürümek için pek zevkli olmayabilir.


Güneşin altında parlayan dalgalar kristalleri andırıyordu

Sahil şeridinde pek çok insan spor yapıyor
Uzakta Cape Town'un stadyumu gözüküyor
Cape Town’un içerisinde gezdiğimiz son nokta ise Kirstenbosch Botanik Bahçesi idi. Burası tam anlamıyla koca bir park. Beklediğimden daha büyük ve ayrıntılı çıktı. Bahçeye girerken bir harita satın almayı, ya da öncesinde internetten falan telefonunuza indirmeyi unutmayın derim. Çiçek, ağaç seviyorsanız kesinlikle gidip görmeniz gereken bir park.

Başı dumanlı Masa Dağı parkın hemen yer yerinden gözüküyor :)
Her tür çiçek vardı, şifa için olsun, yemek ya da sadece bakıp koklamak için olsun...
Ara ara karşınıza bir iki göl çıkıyor par içerisinde
Kim böylesine güzel ve renkli çiçeklerin arasında oturmak istemez ki?

Baobab ağacı
Bu şirin kaplunbağanın en başta çiçeklere zarar verdiğini düşündük, ancak doğal dengeyi sağlaması için bilerek yerleştirilmiş :)
Kaplumbağacık kafasından büyük çiçekleri yemeğe çalışırken
Taşların bile üzerinde yetişebilen küçük çiçekler
Asırlık ağaçlar vardı resmen
Biz uçağa gitmeden önce son gün, kiraladığımız arabayla gitmiştik. 11 saatlik uçak yolculuğundan önce oksijen ve huzur depolamış olduk. O bakımdan da iyi oldu. Tavsiye ederim :)

Sanıyorum ara sıra açık hahva konserleri de düzenleniyormuş bu parkta
Bir başka yaygın ağaç :)
Botanik bahçesinin bir diğer özelliği bu asma köpürülü ağaç yoluna sahip olmasın. Köprünün amacı ağaçların tepelerini ya da yüksek dallarını da daha yakından görebilmeniz.
Ayrıca yine bu köprü üzerinden uzaktaki şehri görmek de mümkün :)
Köprü biraz fazla sallanıyordu ama normal olsa gerek :)
Ördekçik ve ailesi

Cape Town’un merkezinde yaptığımız etkinlikleri böyle sıralamam mümkün. Bu saydıklarımın dışında Good Hope Kalesi’ni, Company’s Bahçeleri’ni (yalnız bu parka dikkat, özellikle iş çıkış saatinden sonra gidilmesi pek tavsiye edilmiyormuş, ayrıca kimden duysam burada kapkaça uğramış bir tanıdığı vardı, kolyelerinize, saatlerinize ve tabii ki fotoğraf makinalarınıza dikkat edin giderseniz), Masa Dağı’nın tepesini, Green Market Square’i (pazar meydanının ismi. Bu pazarda Afrika’nın diğer yerlerinden de gelen pek çok kişi ucuza el işlerini satıyormuş, biz geçerken hep toplanma halinde olduğundan pazar, alışveriş yapamadık, ancak belki ilginizi çeker) ve Heart of Cape Town müzesi’ni gezebilirsiniz.

Ümit Burnu’na yaptığımız geziyi ve Safari maceramızı ise ilerleyen günlerde kaleme alacağım.


Şimdiden iyi eğlenceler!

0 yorum:

Yorum Gönder