21 Nisan 2016 Perşembe


Cape Town’da Beni Neler Bekliyor?” başlıklı yazımın devamı olarak Cape Town hakkında yazmaya devam ediyorum. Cape Town ve çevresi hakkında toplamda 6 yazı yazmış olacağım bunlar:


Bu yazımda sizlere Cape Town’u nasıl kolayca ve ucuza gezebileceğinizden bahsedeceğim.


Cape Town oldukça büyük bir şehir ve hemen her noktasında gezecek bir şeyler bulmanız olası, ancak ne yazık ki bir turist olarak sokaklarında yürüyerek gezmek bazen zorlayıcı olabilir. Bundan dolayı şehri gezmek için en güvenli, en kolay ve ucuz yol Hop-On Hop-Off denilen turist otobüslerine binmek.

Kendi sitelerinde de ayrıntılı bilgi var kontrol edebilirsiniz: https://www.citysightseeing.co.za 
Yukarıdaki haritada görebileceğiniz üzere bu otobüslerin pek çok parkuru var. Biz tek günlük bilet almıştık ve birkaç yerde inmek dışında bütün günümüzü dolduracak şekilde kırmızı, mor ve mavi parkurları kat ettik. Eğer bizim gibi sadece otobüsten bağların fotoğrafını çekmek yerine şarap tadımlarına katılmak isterseniz, büyük ihtimalle bu 3 parkuru tek günde tamamlamanız olası olmayacaktır. Ya da yol üzerindeki botanik bahçesi, Masa Dağı, müzeler gibi noktaları gezmek için otobüsten inerseniz, yine bu parkurların birini bile tamamlamanız mümkün olmayabilir. O yüzden, eğer yapacak daha iyi bir şeyiniz olduğunu düşünmüyorsanız size tavsiyem 2 günlük kombine biletlerden almanız yönünde olacak. Hem daha da ekonomik olmuş olur. Ancak yine de sizin tercihiniz.

Gelelim bizim indiğimiz duraklara ve gördüklerimize.

Kaldığımız hostel Masa Dağı’na yakın olduğu için ilk buraya yakın bir noktadan tur otobüsüne bindik. Biletimizi internetten satın almıştık, sadece telefonumuzdaki kodu göstermemiz yeterli oldu. Kulaklıklarımızı aldık ve yerimize kurulduk.

Etrafta koloni etkisini yansıtan pek çok ev olduğunu göreceksiniz. Pek de güzellerdi, üzeri açık otobüs bu evleri rahat rahat fotoğraflamanız için en güzel bir imkan sunuyor.
Bir önceki yazımda anlattığım Lion's Head'i otobüsle geçerken de fotoğrafladık.
Bize göre ilk durağımız olan Masa Dağı’nda otobüsten inmedik, ancak otobüs bir 10-15 dakika mola veriyor. Bu fırsattan yararlanıp biraz fotoğraf çektik.

Masa Dağı'nın teleferiğine gelene kadar da biraz döne dolaşa yukarı çıkıyor.
Masa Dağı, yukarıda teleferik var.
Bu da teleferiğe yakından bakış.
Aslında biraz daha güzel bir yapı inşa etselermiş daha iyiymiş demekten kendimizi alamadık. Biraz fazla betonarme duruyor. 
Otobüsün diğer tarafına doğru başımızı çevirince arkaya doğru yine Lion's Head var, önünde uzanan tepe ise Signal Hill.

Signal Hill'den yavaşça sağa dönünce de şehrin bir kısmını az da olsa tepeden görmüş oluyoruz.
Döne dolaşa önce Camps Bay’e indik. Burasını Lion’s Head’e çıkarken de yukarıdan fotoğraflamıştım. Masa Dağı’nın diğer tarafında kalıyor. Pek çok mahalleye göre oldukça lüks kalan ancak her tip insanı bulabileceğiniz bir yer burası. Sahildeki koca kayalar ve bembeyaz kumlarıyla sahil ilgimizi çektiğinden burada otobüsten inip bir tur atmaya ve marketten sandviç alıp yemeğe karar verdik.

Fotoğraf çekmek için çok güzel, ancak vakit geçirmek ya da denize girmek için bize pek de ilgi çekici gelmedi kumsal.
Kumsalın hemen karşı kıyısında pek çok kafe bar restorant var.
İleriye doğru uzanan Masa Dağı
İlk gördüğümüzde kuş sandığımız bu yüzen şeyler aslında yosun. Ancak kendileri bildiğimiz yosundan çok tahtayı ya da ağaç dalını andırıyor. Aşağıdaki iki fotoğrafta yakın çekim hallerini görebilirsiniz.

Kumsal ve Lion's Head


Fotoğrafın ortasına doğru kayaların üzerinde gözükenler fok balığı değil, iki kadıncağız, söylemiş olayım sonra yanlış anlaşılma olmasın....
Dağlar ve kumsaldeki koca kayalar hem zıtlık hem de uyum içeriyorlardı
Otobüse binip bir sonraki durağımıza doğru ilerlerken manzara noktasında durup fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik (daha doğrusu otobüs duruyor siz fotoğraf çekesiniz diye :) )
Kısa turumuzdan sonra tekrar otobüse atlayıp yola devam ettik. Green Point’den geçerken de pek çok fotoğraf çektim. Yine burayı da Lion’s Head’den az da olsa görmüştük. Şehirdeki en yeşil nokta, nitekim isminden de anlaşılacağı üzere :)

Masa Dağı'na çıkan teleferiğe arkadan da bakmış olduk.
Sörfçüler.
Fransa'nın milli sporu petank oynayan amcalar bile vardı
Bu ve aşağıdaki kumsal Camps Bay'den sonra geliyor. Birinde daha çok gençler, diğerinde ise çocuklu aileler oluyormuş. Hangisi hangisiydi unuttum, zaten otobüs de orada durmuyor. Ancak taksi ile vs. gidebilirsiniz sanıyorum.

Bu bölgedeki evlerin çoğu oldukça lükstü. Hatta çoğunda bizim Boğaz kıyısındaki evlerin asansör sistemlerinden kurmuşlar. Çatıya aranızı park edip asansörle evinize iniyorsunuz. Aşağıdaki fotoğrafta daha net gözüküyor.

Sahilin Camps Bay - Green Point arasındaki kısmı genellikle kayalık ve yaya yolu yok gibi geldi bana

Green Point'in başlangıcı gibi bu yana eğilmiş ağaçları göreceksiniz. Bu ağaçlar şehrin ne kadar rüzgar aldığının kanıtıymış. Bununla birlikte otobüsteyken başınızı sağa çevirirseniz binalara yakın palmiyelerin denize doğru eğildiğini göreceksiniz. Bu en başta ilginç gözükse de, sebebi denizden gelen rüzgarın binalardan yansıyıp palmiye ağaçlarını tekrardan denize doğru eğmesiymiş.
Açıkçası hiç gitmedim ancak Kaliforniya vari bir hava vardı şehrin bu kesiminde :)

İşte 2010 yapılan Dünya Kupası için inşa edilen meşhur stadyum.
Şehir merkezinden binip denizde gezinti yapabileceğiniz pek çok tekne bulunuyor. Tıpkı bu korsan teknesi kılıklı olan gibi :) Ancak ben tavsiye edeceğime pek emin değilim. Okyanuz inanılmaz dalgalı oluyor çünkü. Yapacaksanız da sabahtan çıkmakta fayda var.
Yine stadyum....
Burası hastaneymiş...
Bu da hastanenin merdivenler. Pek hoştu :)
Ve bizim için şehrin merkezini oluşturan Waterfront'dan geçiyoruz tekrar.
Böyle böyle dolana dolana otobüslerin Long Road’daki merkez ofisine geldik. Burada Mavi parkuru giden otobüse geçiş yaptık.

Long Road kısmında da bu sundurmalı otantik binalardan fazlaca var.


Bir de hamama rastladık yolun sonunda :)
Arada inip Mor parkura geçtik ve bağları fotoğrafladık. Ancak şarap tadımına katılmadık.

Güney Afrika'nın bağları sağ olsun, uçakla Cape Town'a inerken inanılmaz yeşil bir şehirle karşılaşıyorsunuz.


Neredeyse bütün gezi boyunca "ay ne güzel Afrika'ya özgü ağaçlar" diye çektiğim bu ağaçların sonradan İtalya'dan getirilen çam ağaçları olduğunu öğrendim. Bu ağaçların aynısına Lion's Head fotoğraflarımda da bolca rastlanıyor. Ama bildiğimiz çammış :)
Mavi parkur sizi Township diye anılan, şehrin ücra noktalarında kalan bir nevi gecekondu evlerinden de geçirecek. Bu konu hakkında fikirlerimi ilk yazımda dile getirmiştim, ancak dilerseniz yine bu Hop-On Hop-Off otobüslerin de düzenlediği Township turları oluyormuş. Katılabilirsiniz.

Townshiplerden sadece biri.

Bir süre daha başka noktalardan geçtikten sonra Hout Bay’de, bu sefer fokları görme, belki dondurma vs yeme ümidiyle otobüsten indik. Hout Bay bir balıkçı kasabası. Bu yüzden olduğunu düşünmek istiyorum, ne yazık ki kasaba inanılmaz kötü kokuyordu. Bir an için otobüsün peşinden koşup tekrar binmeyi düşünmedik değil. Ancak kıyıda oynaşan bir iki foku görünce fikrimiz değişti.



Fokcuklar ve martılar...


Rastalı saçları ahenkle sallanan işçiler...
Liman kısmından kumsal kısmına bakış. Ancak hastalık kapmak istemiyorsanız burada denize falan girmeyin...

Yellow tail... Sanıyorum bir çeşit ton balığı oluyor.
Dilerseniz buradan küçük teknelerle bir adada (Duiker Island) konuşlanmış olan fokları görmek üzere 45 dakikalık turlar düzenleniyor, onlara katılabilirsiniz. Ancak adaya çıkmıyorsunuz, sadece tekneden fotoğraflıyorsunuz. Benden size tavsiye, hiç bu tura para vermekle uğraşmayın. Bakın hem bu balıkçı kasabasının kıyısında, hem de şehir merkezinde, Robben Island feribotunun kalktığı noktada pek çok fok var. Gidin rahat rahat fotoğraflayın. Benden söylemesi :)

Bu kasabadan son otobüs sanıyorum 18.00 gibi geçiyordu. Biz ona kalmadan, bir önceki otobüse bindik. Yine Kırmızı turla geçtiğimiz noktalardan dolanarak şehir merkezine vardık. Bu arada belirtmeliyim ki bizim için merkez Waterfront’tu :) Sanırım kendimizi rahat hissederek dolaşabildiğimiz tek nokta burası idi. Zaten Robben Island feribotu, alışveriş merkezleri vs. hep bu noktada. Eminim sizin de birden çok kez yolunuz buraya düşecektir.

Otobüsle şehir merkezine geri dönerken yine sabah çektiğimiz yollardan geçtik. Ancak biraz güneşi batırıyorduk bu sefer.
Cape Town ve çevresindeki diğer gezilerimizi anlatacağım yazılar için takipte kalmaya devam edin :)

İyi eğlenceler!

0 yorum:

Yorum Gönder