29 Haziran 2012 Cuma


If you want to visit Istanbul, probably you already know some place to see, but I will try to propose some "maybe" not known destination.

For example the district of "Kadıköy" which is on the Asian side. You can arrive there by ship from the districts of Karaköy, Eminönü or Besiktas. When you are passing to the Asian side, you will see the "Haydarpasa" train

27 Haziran 2012 Çarşamba


Hazır Paris'e kadar çıkmışken, bir de Normandiya taraflarına uğrayalım dedik. Böylelikle Le Havre, Etretat ve Fécamp'da toplam 3 gün geçirmiş olduk.

Açıkcası Paris'den Le Havre'a doğru yola çıktığımız zaman bizi ne beklediği hakkında pek de fikrimiz yoktu. 9 yıl önce bir Saint Malo macerası yaşamıştım ve çok hoşuma gitmişti, ancak internetten Le Havre ile ilgili bilgi edinmeye çalıştığımızda pek fazla bilgi bulamadık.

1. Gün - Le Havre

Trenle Paris - Le Havre arası yaklaşık olarak 2,5 saat sürüyor. Biletinizi önceden alırsanız çok daha ucuza gelecektir, ancak biz teknik aksaklıklar sebebiyle bilet alma işini biraz geçe bıraktık. Bu yüzden kişi başı 32euro gibi bir tutar ödedik.

Le Havre'a vardığımızda öğlen olmasına rağmen pek güneşli bir hava yoktu. Bu havaya ek olarak gardan çıkar çıkmaz etrafımızı saran yol çalışmaları (sonradan tramvay çalışması olduğunu öğrenecektik), çevredeki irili ufaklı haller ve doklar biraz şevkimizi kırmıştı. Elbette Akdeniz ya da Ege kıyılarındaki gibi muhteşem bir tatil kasabası beklemiyorduk, ancak sanırım biraz daha değişik bir yer ummuştuk.

Böylelikle, kazılmış yolların üzerinden hoplaya zıplaya

26 Haziran 2012 Salı



Neredeyse 2,5 yıl olmuş Paris Güncesini yazalı. İnanamadım birden. Ne kadar hızlı geçiyor zaman ve ben yine Paris'deydim.(Paris Güncesi'ne ulaşmak için tıklayınız...)

Biraz sürpriz oldu bu seferki gezi. Öyle plan-program yapmadım, yapamadım. Zaten gezip görmek için de hiç görmediğim bir yere gitmeyi tercih ederdim, ama arada gelen fırsatları değerlendirmek lazım, herşeye rağmen güzel geçti. İlk gezimde göremediğim, yapamadığım şeyleri kapatmaya çalıştım, biraz da ayrıntıya indim Paris'de.

Mesela ne yaptım? Gittim Notre Dame'ın tepesine çıktım, bahçelerde daha çok vakit geçirdim, Napoleon'un mezarını ziyaret ettim, kuşları fotoğrafladım. Belki aynı yerleri aynı açılardan çektim, ama bu sefer fotoğrafları yeşille renklendirdim. Biraz daha sempatik gözüktü Paris gözüme, her köşe başında beni Paris yerlisi sanıp yol yordam soran turistler sayesinde daha fazla kendimi aşina hissettim şehre. Ama yine de koysalar beni

12 Haziran 2012 Salı

Bern

12 Haziran 2012 Salı - 2 yorum

Bern

Yaklaşık bir ay kadar önce, güzel bir pazar vakti "haydi bugün Bern'e gidelim" dedim. Trene atladık mı alt tarafı 2 - 2,5 saat sürüyordu yolculuk.

Böylece sabah sabah yollara düştük. Trenle giderken pek çok kolza tarlasına rastladık, bu tarlalar İsviçre'nin yeşil dokusuna sarılıklar serpiştirmişti.



En büyük korkumuz havanın bozmasıydı, neyse ki biraz rüzgar olması dışında bir problem yoktu, hatta fazlaca güneş vardı.

Bern, herhalde İsviçre'nin en şirin şehirlerinden biri, aynı zamanda da başkenti. Bir başkent için oldukça küçük, ama İsviçre için yeterli büyüklükte. Yaklaşık 124bin kişilik nüfusuyla ülkenin dördüncü büyük şehri.

Şehir merkezi Aar nehri ile çevrili olduğu için bir nevi yarımadayı andırıyor.


Fotoğraf Wikipedia'dan alınmıştır.

Bern'e gitmek istememdeki en büyük amaç hem ülkenin başkentini görmüş olmak, hem de Einstein'ın evini

11 Haziran 2012 Pazartesi


Genel olarak Cenevre/İsviçre üzerine yazdığım bu blogun isminin neden Sound of Silence olduğunu merak edenler vardır belki aranızda diye bu başlığı açma gereği duydum.

The Sound Of Silence, Paul Simon'un 1964 tarihli şarkısının ismi. Aynı zamanda Dustin Hoffman'ın başrolünde oynadığı, 1967 tarihli The Graduate filminin de sountrack müziklerinden biri.

Benim bu adı seçmemdeki etken ise

Yaklaşık bir ay kadar önce, geriye kalan 2 tane yirmilik yaş dişimden birini çektirmeye karar verdim. Çünkü on günlüğüne İstanbul'a döndüğümde tüm vaktimi dişçi koltuğunda geçirmek istemiyordum. Zaten Cenevre'deki doktorlar da ne kadar kötü olabilirdi ki?

Bir tandığın tavsiyesi ile özel bir klinikten randevumu aldım. Mecburen özel klinikten aldım, zaten Cenevre'deki tüm hastaneler özel sınıfında olduğu için başka şansım yoktu.

İlk randevu fena geçmedi. Gelmişken dişlerimi de kontrol ettirmek istemiştim, çürük konusunu sorduğumdaysa aldığım yanıt biraz ilginç gelmişti o anda bana,  "herhangi bir film çekmeden bir sorun olup olmadığını göremem". Çok büyük bir miktar olmadığı için "hadi bakalım film de çekilsin, sonrasında da filmimiz olmuş olur" dedim. Filmden sonra ki durum ise oldukça vahimdi, 3-4 çürük vardı ağızımda. Her ne kadar kötü durumda olmasalarda düzeltilmeleri hayrımaydı, ama bana garip gelen durum bu 3-4 siyah noktanın filmsiz kontrol dışında nasıl görülemiyor olduğu idi. Şimdiye kadar Türkiye'de gittiğim doktorlar böyle bir film ihtiyacı içine girmemişlerdi pek.

Dolgu fiyatları oldukça uçuk olduğu için (bir diş için 200frank gibi) tüm dolguları İstanbul'a saklayıp, sadece bir yirmiliği çektirmeye karar verdim ve bunun için tekrar randevu aldım. Tabii ilk randevunun sonunda diş filmlerini de istemeyi ihmal etmedim. Ancak teknoloji nasıl bir hale gelmişse, ben görüntüyü siyah film üzerine beklerken, mail attılar. Gerçi böyle de fena olmadı, ama bir sonraki sefere dişçi randevuma laptopla falan gitmek zorunda kalacağım herhalde.

Böylece güzel bir cuma günü, kuşlar güzel güzel öterken ben de dişimi çektirmeye gittim. Tabii bu arada başıma geleceklerden haberim

9 Haziran 2012 Cumartesi

Sonisphere 2012

9 Haziran 2012 Cumartesi - Hiç yorum yapılmamış


Geçen hafta İsviçre'deki ikinci Sonisphere maceramı yaşadım. Tabii siz şimdilik ilkini de bilmiyorsunuz. O yüzden iki yıl öncesine dönüp önce ilk deneyim hakkında bilgi vereyim.

Yıl 2010, aylardan haziran. Sonisphere biletimizi önceden almışız, "nasıl olsa haziranda hava da güzel olur, bir gece önceden gidip kamp alanında kalırız, ertesi gün de rahat rahat seyrederiz konserleri" demişiz. Sanırım haziranın 12'si falandı, konser Zürih'e yakın kırsal bir alandaydı, Cenevre'den trene binerken de hem hayat, hem hava çok güzeldi. Gel gör ki Zürih'e yaklaşırken hava giderek kapıyordu. Nitekim inmemiz gereken durakta indik, fakat o kadar küçük bir yere inmiştik ki, yanlış geldiğimizi düşünerekten çevredeki bir kaç görevliye konsere nasıl ulaşabileceğimizi sorduk. Aldığımız cevap doğrultusunda tekrar bir başka trene binmemiz gerektiğini öğrendik. Neyse, beklenen tren geldi ve bindik. Hava da yavaş yavaş kararıyordu. Peki ne olsa beğenirsiniz? Tren, inmemiz gereken durakta durmadı, Saint Gallen'e devam etti. Böylece İsviçre sınırındaki St. Gallen'i de görme şansını elde ettik, üstelik sağanak yağmur altında (!). Baktık olacak gibi değil, otel bulup burada kalalım bari dedik; fakat bulduğumuz bilgilendirme