8 Şubat 2017 Çarşamba

Bugün sizlere İthaki Yayınları’ndan yayımlanan son çevirim “Horla ve Karanlık Öyküler”den bahsetmek istiyorum (diğer çevirilerim için şu sayfalara göz gezdirebilirsiniz: Candide ve Micromegas, Küçük Prens, Maymunlar Gezegeni).

Guy de Maupassant veya Fransız edebiyatı deyince aklınızda “gerilim” teması ne kadar canlanıyor bilemiyorum, ancak Maupassant’ın özenle seçilmiş öykülerden oluşan “Horla ve Karanlık Öyküler” kitabına bir göz atarsanız sanırım hem aklınızdaki Maupassant, hem de Fransız edebiyatı kavramları şekil değiştirecek.

Aslında çoğumuz Maupassant’a Türkçe edebiyat derslerimizden de aşinayız. Kendisi “olay hikâyesi” temasının başkarakteri oluyor. Bu tarz öyküleri yaygınlaştırdığı için olay hikâyelerine “Maupassant Tarzı Hikâye” de deniyor. İşin pek bilmediğimiz kısmı ise kendisinin yazdığı bu olay hikâyelerinin illa basit ve sıradan olayları anlatmadığı, yeri gelince gayet de tüyleri diken diken edebildiği. Maupassant’ın hakkında pek bilinmeyen bir diğer gerçek ise hayatının sonlarına doğru fazlasıyla delirdiği, intihara kalkıştığı ve hayata gözlerini bir akıl hastanesinde yumduğudur. Hatta delirmeye başladığı yıllarda yazdığı öykülerin bir kısmını gerçekten yaşadığına inandığı söylenir.

Maupassant yaklaşık 43 yıllık hayatına 6 roman, 5 tiyatro oyunu, 4 seyahat hikâyeleri kitabı ve yaklaşık 1000 öykü/novella/köşe yazısı sığdırmıştır. Yaklaşık 10 yıl boyunca “Le Gaulois” ve “Gil Blas” gazetelerinde her hafta bir yazısı yayımlandığı düşünülerek 1000 öyküye ulaşılmaktadır.

Peki ben Maupassant’ı çevirirken neler yaşadım?

Öncelikle fazlasıyla eğlendiğimi söylemem gerek. Ara ara yerimden sıçradığım da bir gerçek :) Umuyorum yazarın öykülerine kattığı tüm duyguları ben de hissedildiği gibi çevirime aktarabilmişimdir ve siz de zevkle okursunuz.

Çeviride beni en çok zorlayan nokta sanırım öykü adlarının seçimiydi. Bir kısmı daha önceden farklı farklı adlarla Türkçeye çevrilmiş öyküleri aynı bırakmak/değiştirmek arasında karışıklık yaşamadım değil. Ayrıca Maupassant çoğu öyküye aynı adı verdiği için bazılarını ayırt etmek de güç oldu. Yine de güzel bir şekilde çözümlediğimizi düşünüyorum.

Maupassant çevirisini benim için farklı kılan bir diğer olay ise, metin dili yalın olmasına rağmen bir iki kez wordreference forumlarını aşındırmak zorunda kalmam, hatta günlük kullanılan bir kalıbın tam karşılığı konusunda Fransızları bile birbirine düşürmemdi. Neyse ki Türkçede kalıbı her türlü karşılayabilecek bir sözcük buldum da (bulduğumu umuyorum da) çeviriyi tamamlayabildim :)

Kısacası benim için zevkli geçen bir çeviri süreci ve editörlerin yaptığı düzeltmeler sonrası Göktuğ Canbaba'nın sunumu ve Doğru Yücel'in sonsözüyle sizlerle buluşan bu kitabı umarım severek okursunuz.


Herkese iyi okumalar!

0 yorum:

Yorum Gönder