7 Haziran 2017 Çarşamba

Bir önceki yazımda bahsettiğim üzere İtalya’nın liman şehri Trieste’ye gerçekleştirdiğimiz üç beş günlük gezinin haftasonu kısmını Slovenya’da değerlendirdik.

Trieste zaten Slovenya sınırında, sınırı geçmeniz arabayla 15 dakika sürmüyor. Sonrasında Slovenya’nın neresine gidecekseniz gidin otoyollar üzerinden Ljubljana’ya bağlanacaksınız. Trieste – Ljubljana arası özel arabayla yaklaşık 1 saat sürüyor, ancak sanıyorum 1,5 saatte Trieste’den sizi Slovenya’nın başkentine götüren otobüsler de var. Fiyatları da çok uçuk değildi, önceden alınırsa 15 Euro’ya bulunabiliyor gibi geldi bana. Ancak biz Slovenya’yı biraz gezmek istediğimizden araba kiralayıp sınırı geçtik.

Araba kiralamanız halinde Slovenya’daki otoyolları kullanmak için “vignette” adı verilen etiketlerden satın alıp arabanıza yapıştırmanız gerekiyor. En az 7 günlük alabiliyorsunuz ve fiyatı 15 Euro. İtalya’dan çıkmadan önce bir bakkalda/gazetecide “tobacco” durup satın alabilirsiniz. Yoksa sanırım sınırdan içeri girerken de alabiliyorsunuz ancak kaçırmamaya dikkat edin çünkü Trieste’dengirerken büyük ihtimalle doğrudan otoyola bağlanacaksınız.
Gelelim Ljubljana yolculuğumuza.

Bizim Ljubljana’ya gidişimiz 1 saatten fazla sürdü çünkü yolda Predjama Şatosu ve Postjna Mağarasına uğramak istedik; ancak sonradan mağaranın fazla turistik ve pahalı olduğunu düşünerek sadece şatoya gitmekte karar kıldık. Gerçi mağaraya girenlerin yorumlarına baktığımızda pek memnun kaldıklarını görüyorsunuz ancak içeride fotoğraf çekmek yasak, turla gezmek zorundasınız (yaklaşık 90 dk sürüyormuş) ve mağarada yaşayan canlıların tanıtıldığı vivaryuma girmek için de ekstra para ödemeniz gerekiyormuş. Üstelik sadece mağaraya giriş sanırım 27 Euro idi. Ancak internet üzerinden kombine mağara+vivaryum+şato bileti alırsanız elli küsur Euro yerine 38 Euro ile de kurtulabiliyorsunuz ancak bize yine de pahalı geldi. O yüzden fikrimizi değiştirip sadece şatoya gittik.

Bana açıkçası şatoların içinden çok dışı daha görkemli geldiğinden şatonun içini gezmeyip dışarıdan fotoğraflamakla yetindik.


Predjama Şatosu ormanların derinliklerinde arayıp bulduğunuz mağara gibi bir oyuğun üzerine/içine inşa edilmiş, gidip gözlerimle görmek benim çok hoşuma gitti. Gittiğimiz mevsim itibariyle çevrede fazla turist olmadığı için rahat rahat fotoğrafladım, sonrasında da öğle yemeğimizi yine aynı yerde yedik. Normalde turistik yerleri yemek yemek için tercih etmiyoruz ama hem çok acıkmıştık hem de Slovenya’da ücretler gerçekten Avrupa’nın geneline göre çok ucuz kalıyor. Sanırım iki kişi 20-25 Euro ödedik etli güzel bir yemek ve içecek için (şimdi tabii Euro’yu TL’ye çeviriyorsanız bu ücret çok pahalı gözükecektir ancak öyle yapmayın, yoksa Avrupa’da seyahat edemezsiniz :) ).

Şatonun aşağısından akan bir de nehir var ayrıca, sanırım turla inilip gezilebiliyor. 
Gördüğünüz üzere etrafta fazla turist yoktu :) Biz yemek için sol üstteki lokantayı seçtik, zaten toplamda 2-3 yer vardı sanırım
Şato manzarası eşliğindeki öğle yemeğimizden sonra başkente devam ettik. Ljubljana’ya vardığımızda saat 12:30’du sanırım. Karnımızı doyurduğumuz için hemen otelimize yerleşip (daha doğrusu çantaları bırakıp çünkü giriş saat 14’ten sonraydı) şehir merkezine indik. Aslında indik dediğime bakmayın, Ljubljana o kadar küçük bir şehir ki merkez dışında bulduğunuzu düşündüğünüz bir otel bile merkeze sadece 15 dakika yürüme mesafesinde olabilir. Biz Penzion Pod Lipo adlı bir otelde kaldık. Otel sahipleri inanılmaz sempatikti ancak kanalizasyonla ilgili bir problemleri vardı sanıyorum çünkü tuvaletteki lavabolardan inanılmaz bir koku geliyordu. Bir gece için katlanılmayacak gibi değildi ancak daha uzun kalmayı düşünüyorsanız bilemiyorum. Biz özellikle arabayı ücretsiz park edebileceğimiz için seçmiştik oteli, ayrıca şehre de yakın fakat gürültüden kısmen uzak bir yerde kalıyor.

Ljubljana küçük dedim, nitekim biz yarım günde tüm şehri gezdik. Eğer parklara ve müzelere daha fazla vakit ayırmak istiyorsanız en fazla iki gün her yeri ezberlemek için yeterli olacaktır.

Gelelim gezdiğimiz yerlere…

Öncelikle belirtmeliyim ki büyük ihtimalle nereye giderseniz gidip pek çok kez şehrin ortasından geçen Ljubljanica Nehri’yle yollarınız kesişecek. Bu nehrin üzerinden pek çok köprü geçiyor, hepsi birbirine çok yakın o yüzden tümünü göreceksinizdir. Aşağıda fotoğraflarını paylaşıyorum:

Nehrin kıyısının yanı sıra üzeri de çok hareketli, kano veya ayakta kayak aktivitesi yapan pek çok kişi gördük

Gece vakti kanal

Dilerseniz küçük turistik botlar da kanalda tur atıyor.

Şehrin simgesi olan ejderha heykellerine sahip köprü, Zmajski Most:

Şehrin ikinci sembolik köprüsü - daha doğrusu üç köprüsü, çünkü bu köprü bir değil tam üç köprüden oluşuyor, - Tromostovje:

Tabii ki elimde drone gibi uçan bir şey olmadığından üç köprüyü fotoğrafa bir türlü sığdıramadım. Yüksek bir yere de çıkamamıştım, böyle idare edeceksiniz :)

Bu da geceleyin üç köprüye bakış
Yukarıda bahsettiğim iki köprü arasında bir köprü daha var, o da bana oldukça ilginç geldi. Öncelikle köprünün hemen hemen yarısı cam, nehrin üzerinde yürüyormuşsunuz gibi oluyor, ayrıca pek çok ilginç heykel bulunuyor bu köprü üzerinde:





Köprülerden sonra gezebileceğiniz bir diğer nokta şehir kalesi. Kale elbette bir tepe üzerine inşa edilmiş. Dilerseniz fünikülerle, dilerseniz yürüyerek kaleye ulaşabiliyorsunuz. Biz yürümeyi tercih ettik. Sonlara doğru yol biraz dikleşiyor ancak oldukça yavaş bir tempoda olmamıza rağmen sanırım yukarı çıkmamız sadece 15 dakika sürdü. Sıcak bir havada gidecekseniz yanınıza su almayı unutmayın derim.


Fünikülerle veya yürüyerek (biz Studentovska sokağından yukarı çıktık) şatoya çıkabilirsiniz:



Eğer kaleye girmezseniz yukarıdan fazla bir şey gözükmüyor. Kalenin avlusu ve şapeli ücretsiz gezilebiliyor ancak içi ve kulesine girmek isterseniz 7 Euro ödemeniz gerek. Biz sadece kuleye çıkmak istiyorduk ancak tüm şato parası vermek gerekiyormuş, o yüzden vazgeçtik. 0,5 Euro’ya şatonun tuvaletlerini kullanıp aşağı indik.



Ljubljana'nın tek sevmediğimiz noktası sanırım şu çirkin gökdelen idi. Ne yazık ki kaleye çıkarken de ara ara görüyorsunuz.
Yine bir süre nehir kıyısında tur attıktan sonra tatlı yiyip kahve içmek üzere yer gördüğümüz bir kafeye oturduk. Koca bir dilim pasta (iki kişi ancak bitirdik), kahve ve cappucinoya 6-7 Euro ödedik. Ancak dikkatli olun her zaman için dışarıdaki panoda yazan tatlılar bulunmuyor. Örneğin bizim girdiğimiz yerde 5 tatlı yazıyor idiyse 3’ü yoktu.

Bu noktada Slovenya ile ilgili küçük bir parantez daha açmak istiyorum. Genel olarak kredi kartı kabul etmiyorlar, buna oteller de dâhil. Çevrede de pek atm göremedik açıkçası, o yüzden yanınızda Euro götürmeyi unutmayın. Bir de genel olarak garsonlar vb. bana biraz soğuk ve kaba geldi. Belki özel olarak size yapmıyorlar ancak çoğunda bir bıkkınlık ve sinir hali var, en kötü ihtimalle bir şey demeseler bile suratları asık oluyor. En azından bizim karşılaştıklarımız böyleydi, garsonlar dışında yerel halk konusunda yorum yapamayacağım :)

Tatlıyı da mideye indirdikten sonraki durağımız Metelkova idi. Metelkova gerçekten de kendine has bir yer. Merkezin biraz dışında ancak yine de en fazla 10-15 dakikalık yürüme mesafesinde kalan bu alan grafitiler ve garip süslemelerle dolu. Biz gündüz vakti gittik ancak geceleyin de oldukça etkin bir yermiş, gördüğümüz barakaların çoğu gece kulübüymüş ve canlı konserler düzenleniyormuş. Bu alan genel olarak punklara ithaf edilse ve gerçekten de biraz steampunk vari süslemelere sahip olsa da müzik açısından bize pek de punk gelmedi. Elbette geceleyin nasıl oluyordur bilemiyorum ancak daha çok rap ağırlıklıydı duyduğumuz müzikler.

Metelkova'dan manzaralar:







Metelkova’daki gezimizden sonra biraz daha eski şehir kısmında dolaşıp Stolnica Sv. Nikolaja’ni (St. Nicolas kilisesi), Mestni Meydanı’ndaki Robba çekmesini ve sokakları fotoğrafladık.


Kilisenin özellikle kapıları çok hoşuma gitti
Robba çeşmesinde taze gelinle damat bulduk :)

Şehirden kareler:

Kanguru şeklindeki bu çeşme oldukça ilgi çekiciydi, suyu açmak için eline basıyorsunuz


Kaleye doğru çıkan sokakta rastladığımız bu dükkan Yugoslavya zamanından kalma eşyaların sergilendiği bir müze gibi aslında. İçeriye giriş ücretsiz, dükkan sahibi ve ailesini kişisel koleksiyonu imiş ancak dilediğiniz parçalar üzerine anlaşıp satın alabiliyorsunuz. Daha çok oyuncaklar, posterler, kartlar var. İlginizi çekerse...
Ljubljana'nın hemen her sokağında bu ayakkabılarla karşılacaksınız. Oldukça popüler. Fotoğraflamak için Trubarjeva sokağı ve  Metelkova en ideal noktalar sanırım.
Eski şehir dışında çıkmaya başladığınızda eski ve modern sayılabilecek binaların mimarisinin iç içe geçtiğini göreceksiniz:




Akşam yemeğimizi ise Vodnikov Hram adlı lokantada yedik. Porsiyonlar oldukça büyüktü. Sanırım şimdiye kadar yediğim en güzel viyana usulü şnitzellerden birini yedim (bu arada Viyana’ya da gitmişliğim yok, belki çok daha farklıdır orada), eşim ise ülkeye özgü sayılan ekmek içerisinde servis edilen çorbalardan alıp üzerine bir de Doğru Avrupa’da yaygın olarak tüketildiğini duyduğum gulaş yedi. Bu kadar şeye içeceklerle birlikte 35 Euro ödedik. Şehrin merkezindeki bir lokanta için oldukça makul geldi fiyatı.

Ekmek içinde çorba
Gulaş. Küçük gözüktüğüne bakmayın bitirmekte zorlanıyorsunuz
Bu da şnitzel
Kısacası Ljubljana’da öğleden sonramız oldukça verimli geçti, hatta akşam yemeği için dışarı çıktığımızda kano yarışlarına da denk gelmiştik.



Ertesi gün ise sabahtan küçük bir tur daha atıp Roma harabelerini gördükten sonra otelden çıkışımızı yaptık ve Bled Gölü ile Vintgar Vadisini görmek üzere arabamıza atladık. 

Burası Roma zamanında forum olarak kullanılıyormuş, açıkçası günümüzde görecek bir şey kalmamış ama bahçedeki ağaç oldukça görkemliydi.


Bir sonraki yazım göl ve vadi hakkında olacak, ardından paylaşacağım son Slovenya yazısı Piran’ı da okumadan geçmeyiniz. Böylelikle Slovenya’nın belli başlı tüm noktalarına göz atma fırsatı elde edeceksiniz diye umuyorum. Yayımlanınca link de açılmış olur.


Herkese iyi gezmeler :)

2 yorum: